Palyaçonun Vârisi
Ben Creed. Şu an 18 yaşındayım. Her şey, 16 yaşında annemle Nebulis Sokağı’na taşınmamızla başladı. Babam o kış pankreas kanserine yenik düşmüştü, annem ise yeni evimizin ve babamın cenaze masraflarının yükü altında ezilmekten başka çaresi olmadığı için gece mesailerinde çalışıyordu.
Okuldan eve geldiğimde, ev sanki donmuş, yalnızlığın soğuk kollarıyla beni sarıyordu. O günlerden birinde, hayatımda nadiren hissettiğim bir heves ışıltısı parladı; kasabamızdaki yüzyıllık sinemaya gitmek için harçlığımdan artan birkaç parayı ceplerime koydum. Sinemanın eski, tozlu salonuna adım attığımda, mekânın her köşesinde geçmişin ağır nefesi vardı. Koltuklara oturup film başlamadan önce sessizliğin içinde ceketimi düzeltiyor, yerime kuruluyordum.
Perde kararmaya başladığında, ekranda beliren görüntüler beni ilk başta etkiledi; ama zamanla o görüntüler bir sapkınlığın, çirkin bir eğlencenin öyküsünü anlatmaya başladı. Film, bir palyaçonun çocuklara düzenlediği korkunç partiyi konu alıyordu. O palyaçonun yüzünde alışılagelmiş neşenin yerine, sapkın bir ifadenin izleri vardı; çocukları kaçırıp, korkunç yöntemlerle onlara eziyet ediyor, kötülüğün en karanlık yüzünü gösteriyordu.
Gördüklerim zihnime kazındı. O an, sinema salonunun arka planındaki sessizliğin içinde yalnız olduğumu, kimsenin beni korumadığını fark ettim. Kalbim deli gibi çarparken, ne yapacağımı bilemez halde birden ayağa kalktım. Koridorlarda tek başıma koşarken, o korkunç palyaçonun görüntüsü zihnimin derinliklerinde yankılanmaya başladı. O an hissettiğim dehşet, bir daha unutamayacağım türdendi.
Eve döndüğümde o görüntülerin etkisinden kurtulamadım. “Gözümün önünden gitmeyen bir sahne vardı: Tecavüze uğrarken titreyen elleriyle kanlı bir pelüş oyuncağa sarılan küçük bir kız…”
Geceler boyu uyku tutmaz oldu; rüyalarımda o palyaçonun solgun, çarpık yüzü beni izler, her adımımda arkamda hissettirirdi. Bazen ise, o palyaçonun maskesi yavaşça yerinden oynamaya başlar, ardında gerçek yüzünü – insanlığın en karanlık, en acımasız yüzünü – ortaya çıkarırdı. Her gece, o fısıltılarla uyanırdım.
“Sen de bizimlesin, Creed. Gerçek, asla saklanamaz.”
O günden beri sinemadaki lanetin peşimi bırakmadığını düşünüyorum. Sanki o sapkın palyaçonun ruhu, o eski sinema perdesinden sıyrılıp yapıştı. İlk zamanlar sadece sesler duymaya başladım. Fısıltılar. Duvarların içinden gelen boğuk kahkahalar. Aynaya her baktığımda gözlerimin ardında bir başkasının varlığını hissediyordum. Geceleri karanlıkta oturur, zihnimde yankılanan kelimelere direnmeye çalışırdım. Artık yalnız değildim… ya da belki hiç yalnız olmamıştım. Ama bu yeni varlık, benden bir şeyler istiyordu. Oyuna devam etmemi. Eğlenceyi sürdürmemi.
Her ne kadar karşı koysam da, kontrol yavaşça elimden kaydı. Bir gece ellerim boya kutusuna uzandı, yüzümde tanımadığım bir ifadeyle aynaya baktım… ve o an anladım: Artık sadece Creed değildim.
İlk olay, kasabanın kenar mahallesindeki terk edilmiş oyun parkında oldu. Gözlerimi açtığımda, önümde bir çocuk ağlıyordu. Yüzümde palyaço makyajı, elimde paslı bir kukla vardı. Ne olduğunu hatırlamıyordum ama her yerde kan vardı. Ve ses… o kahkahalar, hâlâ kulaklarımdaydı.
Sonraki gecelerde işler daha da karardı. İnsanlar kayboluyordu. Kasaba korkuya bürünmüştü. Ama ben her gece uyandığımda ellerimde kan, cebimde eski sinema biletleri buluyordum. Ve bir kamera. Eski kasetli bir kamera… her kasette ben vardım. Palyaço kostümünde. Bağıran insanlara “oyunlar” oynatıyordum. Oynatıyor… sonra kayıtları izliyordum, ağlıyordum, ama duramıyordum.
Polis sonunda izimi buldu. Evimin bodrum katında onlarca kaset, oyuncak, peruk ve o lanetli kamera bulundu. Gözaltına alındığımda sadece gülüyordum… çünkü artık ben bile kim olduğumu bilmiyordum. Creed mi, yoksa o lanetli filmdeki palyaço mu? Kendimi zorladığım halde filmin adını bile hafızamda canlandıramıyorum.
Şimdi bu satırları tımarhanedeki odamdan yazıyorum. Doktorlar bana “disosiyatif kimlik bozukluğu” ve “şizofreni” teşhisi koydu. Bilmeyenleriniz için, disosiyatif kimlik bozukluğu; çoklu kişilik bozukluğu, bir kişinin iki veya daha fazla ayrı kimlik ya da kişilik durumu sergilemesiyle karakterize edilen bir ruhsal bozukluktur. İlaçlar veriyorlar, benimle konuşmaya çalışıyorlar. Ama kimse bana inanmıyor.
Ben deli değilim. Ben lanetliyim.
O sinemadaki perde… oradan çıktı her şey. O perde, başka bir dünyaya açılan bir kapıydı.
Ben sadece ilk kurbandım.
Ama artık oyun bitti.
Bu gece, kalemimi bırakmadan önce son bir şey yazacağım:
Sakın o sinemaya gitme. Sakın o eski perdenin arkasına bakma. Sakın tek başına film izleme.
Çünkü lanet, bir yüz daha arıyor.
“Perde yeniden açıldığında, başka biri kalkacak koltuğundan… başka bir Creed olacak.”
Ve sonra sessizlik olacak. Sonsuz, siyah bir perde gibi.
Merhaba, Dunganga abi. Küçükken seni dinlerdim, şu an 18 yaşındayım. Hikayelerinle çok güzel zamanlar geçirdim, gerçekten iyi anılar biriktirdim. Dinlediklerim, hayal gücümü geliştirmeme yardımcı oldu. Teşekkür etmek için yazdım, kısa oldu ama uzun olsa pek okuyan olmaz diye düşündüm. Umarım bir gün kendi dünyamı da yaratabilirim, zamanım oldukça burayada yazacağım.