GenelKisa KorkuKullanici Hikayesi
Kıyamet sonrası, zihinleri çürüten ve insanlığı yok olmaya sürükleyen Maveth virüsünden Sığınak 17'ye ulaşanların hikayesi

Dünya, tarihin en karanlık dönemine bir sabah sessizce uyandı. Her şey Maveth adlı bir virüsle başladı — görünmeyen, durdurulamayan bir düşmanla. Kısa sürede sınırlar, ordular, bilim ve dualar çaresiz kaldı. Maveth, İbranice’de “ölüm” anlamına geliyordu; fakat bu, alışılmış bir ölüm değildi. Bu ölüm, bedenleri değil önce zihinleri çürütüyor, ardından insana dair her şeyi siliyordu. İnsanlık, çaresizce yok oluşunu izlerken, hayatta kalan az sayıdaki kişi, yaşamla ölüm arasındaki çizginin aslında ne kadar ince olduğunu fark etti.

Salgın, sıradan bir grip gibi başladı. İnsanlar önce hafif ateş ve halsizlik hissettiler. Ardından unutkanlık baş gösterdi. Virüse yakalananlar zamanla düşünme yetilerini kaybettiler. Konuşmayı bıraktılar. En sonunda ise yalnızca tek bir noktaya bakar hâlde kalakaldılar. Tepkisiz, sessiz, bomboş bir halde.

Hayatta kalan az sayıda kişi ya kendi başlarının çaresine bakmayı öğrenmişti ya da kendilerini izole etmenin bir yolunu bulmuştu. Ben ve grubum ise, Kanada Quebec’in kuzeyinde yer alan, yerin 300 metre altındaki Sığınak 17’ye sığındık. Yaklaşık yirmi kişiden oluşan grubumuzu böylesine büyük ve gelişmiş bir karantina bölgesine kabul ettirmek gerçekten çok zordu. Hepimizi sırayla testlere tabi tuttular. Haftalar süren güvenlik önlemleri sonucunda sadece Liam, Noah, Olivia, Gabriel ve benim içeride normal bir şekilde yaşamamıza izin vermişlerdi. Grubumuzdan geri kalanları ne yaptıkları hakkında hiçbir fikrim yok. Ya dışarıya geri yolladılar ya da hoşlarına gitmeyen bir şey fark ettikleri anda orada infaz edildiler.

Olivia ve Liam eski hayatlarında mühendislerdi. Yukarıda geçirdiğimiz zamanda grubumuzda büyük rollere sahip değillerdi ancak burada mühendis olduklarını söyledikleri an ilgi odağı olmuşlardı. Noah ise bir doktordu. En azından kendisi doktor olduğunu iddia ediyordu çünkü eğer görevlilere aslında bir veteriner olduğunu söylerse sığınağa alınmayacağından korkuyordu. Ben ve Gabriel ise eskiden orduda çalışırdık. Her ne kadar Amerikan ordusu için çalışıyor olsak da bu konuyu dert etmediler ve bizi de içeri aldılar.

Sığınak 17’ye katılalı 6 sene oluyor. Yukarıdaki dünya hakkında neredeyse hiçbir şey hatırlamıyoruz. Birisi bizden gökyüzünü tanımlamamızı istediğinde verecek cevabımız olmuyor. Güneşin sıcaklığı, yağmurun sesi, rüzgârın kokusu artık sadece kelimelerden ibaret. Gerçi bu terimler, biz yukarıdayken de huzur verici olmaktan tamamen uzaktı. Maveth’in hava ve su yoluyla bulaşabilme özelliği sebebiyle yağan yağmurun altında durmak, rüzgarlı bir havada gaz maskesi olmadan dolaşmak bile ölümcüldü.

Çoğu insanın eskiden düşündüğü gibi insanların bir anda yok olmasıyla doğa kendini toplama yetisine sahip değil. Maveth ortaya çıktıktan yarım yıl sonra diğer memeli canlılara da bulaşabilmeye başladı. Dünya üzerinden silinen yarasalar, kurtlar, ayılar nedeniyle ekosistem yerle bir oldu. Hayatta kalan son insanlar için temiz besin ve su bulmak, eskiye nazaran inanılmaz bir şekilde zorlaşmıştı. Bakımı yapılmayan nükleer santrallerin inflak etmesiyle zaten sarsılmış olan dünyanın dengesi tamamen yok olmuştu. Şimdi düşünüyorum da, Sığınak 17’ye gelmeden önceki aylarda nasıl hayatta kaldığım tamamem mücize eseriymiş.

Sığınak 17, yukarıya doğru gittikçe daralan yedi kattan oluşuyor. Sığınağın ilk yedi katı silindirik bir şekilde yükselirken, en alt katı ise herşeyden daha aşağıda, bir merdivenle bağlanmış kutu şeklinde iki oda olarak inşa edilmiş. Bu en alt kattaki odalardan biri ise zamanında bir metro istasyonu olarak diğer sığınaklarla bağlantı kurmak için tasarlanmış ancak Maveth’in etkileri tünelde de boy gösteriyor. Sığınak 17’ye giremeyen virüsün herşeyden daha aşağıda olan bu noktada olması ise bir soru işareti. Bana soracak olursanız bu tünelin bağlandığı diğer sığınaklar çoktan istila edildi ve virüs, tünellere oradan yayılıyor.

Sığınağın ikinci katı, komuta ve izleme merkezi olarak kullanılıyor. Güvenlik kameraları, iletişim panelleri ve sistem kontrolleri burada yer alıyor ama güvenlik kameralarını gereksiz elektrik harcamamak için kullanmıyoruz. Üçüncü katta yaşam alanlarımız bulunuyor. İçeride yaşayan yüz on iki kişi için yüz yatak. Malesef sığınak herkesin yaşayabileceği kadar büyük değil fakat sığınağın yöneticisi olan Remy, ihtiyacımız olan iş gücü karşısında birkaç kişinin yerde yatmasının herkes için daha iyi olacağını söylüyor.

Dördüncü kat, depolar ve lojistik. Beşinci kat, güvenlik ve acil müdahale birimi. Altıncı kat, enerji ve su arıtma. Ve en yüksek kat; yüzeye en yakın olan, kimsenin görev almak istemediği o kat: Tıbbi merkez ve karantina.
              Sığınağa girenler ilk olarak bu katta tutuluyor. İlk geldiğimiz zamanda ben yirmi arkadaşımı beşerli şekilde dört odaya kapattılar. İçerde yaklaşık iki hafta bekletildikten sonra nihayet sığınağa girebileceğimizi söylediler. Diğer üç odada kalanları ise bir daha görmedik. Ardından bizi beşinci kata gönderdiler. Olivia ve Liam’ı mesleklerinden dolayı ilk kata aldılar. Noah ise sağlık personeli olarak yedinci kata geri gönderildi. Gabriel ve ben ise güvenlik görevlisi olarak seçildik. Yaklaşık her ay görevli olduğumuz kat değişiyordu ama asla birinci ve yedinci katta normal şartlarda yetkilendirilmiyorduk.

Üç ay önce beni ilk kez yedinci kattaki C sektöründe güvenliği sağlamam için görevlendirdiler. Buraya geldiğimden beri sayılı kez birinci kata gitmiştim ama yedinci kata ilk gelişimdi. Görevlilerden birisinin hastalandığını, yerine bir gün boyunca geçmem gerektiği söylenmişti.

Koridorlar buradakiler için fazlasıyla genişti, gereğinden fazla sessizdi. Işıklar farklı bir tonda parlıyordu. Biraz daha sönük, biraz daha solgun. Hissedilir şekilde soğuktu. Görev dosyamda “Laboratuvar Erişimi Yasaktır. Sadece Geçiş Güvenliği Sağlanacaktır.”  yazıyordu. O gün neredeyse sekiz saat boyunca hiçbir şey olmadı. Ne bir konuşma, ne bir alarm. Sadece ara sıra devreye giren havalandırma sisteminin derin uğultusu.

Vardiyamın bitmesine yarım saat kalmıştı ki, batı koridorundaki kapı aralık kaldı. Normalde bu kapılar yalnızca özel kartlarla açılır ve otomatik olarak kapanırdı. Ancak bu kez sistem donmuş gibiydi. Protokole göre sadece merkez güvenlik birimine haber vermem gerekiyordu ama içimdeki bir dürtü, oraya bakmam gerektiğini söyledi. Belki de içten içe uzun süredir bir şeylerin yanlış olduğunu biliyordum.

Kapıyı iterek içeri girdim. İçerisi laboratuvar değil, daha çok bir gözlem odası gibiydi. Kalın cam panellerin ardında, yerden tavana kadar uzanan silindirik kapsüller dizilmişti. Her biri içinde bir insan barındırıyordu. En azından bir zamanlar insandı diyebileceğim şeyler. Bazıları tamamen hareketsizdi, gözleri kapalıydı. Diğerleri gözlerini bana çevirmişti ama tepki vermiyorlardı. Yüz ifadeleri… anlatılamayacak kadar bozuktu. Kimi ağlıyormuş gibi donmuş, kimi gülümserken yakalanmıştı.

Birisinin beni fark etme endişesiyle birlikte ortamı incelemeye çalışırken Noah bir anda beni tuttu ve geri çekti. Ne yaptığımın farkında olmadığımı, eğer burada ne döndüğünü bilirsem beni yaşatmayacaklarından bahsetti. Kendisiyle tartışmaya girecektim ancak içgüdüsel olarak dediklerine uymaya karar verdim. O anki yüz ifadesi, yıllarca süren arkadaşlığımıza rağmen hiç görmediğim bir ciddiyete bürünmüştü. Gözleri doğrudan gözlerime kilitlenmişti, sesi fısıltılıydı ama kelimeleri bıçak gibi netti: “Buradaki hiçbir şeyi sorgulama. Gördüğün her şeyi unut. Sakın diğerlerine de anlatayım deme.” Ardından beni omzumdan tuttu ve C sektörünün çıkışına kadar eşlik etti. Beni yalnız bırakmadan önce tekrardan gördüklerimi unutmamı söyledi.

Gece vakti yatakhanelerde sanki beni ömründe hiç görmemiş gibi davranıyordu. Diğerlerine o gün gördüklerimden bahsetmek istedim ancak yakalanma korkusuyla hiçbir şey diyemedim. Ama sessiz kalmak daha da zordu. Gözlerimi kapattığımda, kapsüllerdeki o yüzler gözlerimin önüne geliyordu. Uyandığımda ise ilk yaptığım şey, yatakhanedeki herkesi tek tek kontrol etmek oluyordu. İçlerinden biri o ifadesiz bakışlardan birine dönüşürse ilk fark eden ben olmalıydım.

O geceden sonra hiçbir şey aynı olmadı.

Dün, beşinci katta batı koridorunda devriyedeydim. Duvarın bir bölümünde ince bir çatlak fark ettim. Yüzeyinde uğursuz bir buğu vardı, içinden ise sıcak bir hava geliyordu. Bu sıcaklık doğaldan çok, canlı bir varlığın nefesi gibiydi.

Durumu hemen Remy’ye raporladım. Radyoda sesi titrekti ama kelimeleri düzgündü. Yüzünü gördüğümde ise içinin başka şeyler söylediğini anladım. Telaşı yüzünden okunuyordu.

“Yapısal stres olabilir,” dedi. “Bir süreliğine devre dışı bırakılması gerekebilir. Yarın teknik birim bakar.”

Ama o çatlağa daha önce de baktığını hissettim. Oradaydı. Ve biliyordu.

Aynı günün gecesi, ses sisteminden tekrar bozulma kaydı geçti. Bu sefer yalnızca bir isim değil, bir cümleydi. Çatlağa en yakın odadan gelen bir ses dosyasında arka planda  hırıltılı bir sesle şunlar duyuldu:

“Hoşgeldin Remy.”

Kaydı duyan herkesin göz bebekleri genişledi. Sanki o cümle sadece işitilmemiş, zihne kazınmıştı.

Ertesi sabah Remy ortalıkta yoktu. Ofisi kilitliydi ama içeriden bir uğultu geliyordu. Kapıyı kırıp içeri girdiğimizde, odada kimse yoktu. Sadece Remy’nin gözlüğü, masanın üzerine düzgünce yerleştirilmişti. Camları kırık değildi. Masaya dokunduğumuzda, sanki hâlâ vücut ısısı taşıyordu.

Ama en garibi: odanın batı duvarında, beşinci kattaki çatlağın bir kopyası vardı. Aynı buğu. Aynı sıcaklık. Aynı uğursuzluk.

Aynı günün akşamı, 7. kattaki Deney Odası 3B‘den acil durum alarmı geldi. Bu oda, enfekte örneklerin izole edildiği, zihin etkisi yaratan organizmaların test edildiği bölümdü. Giriş sadece üst düzey izinle mümkündü. Ama alarm tüm seviyelerde yankılandı. Kapılar otomatik olarak kilitlendi.

Kimse yedinci katta neler olduğuna bakmak için gönüllü olmadı. Remy’nin de ortadan kayboluşu ile bizi yetkilendirecek kimse de kalmamıştı. Ortak karar ile kapalı olan güvenlik kameralarını tekrardan aktif etmek için birinci kata içinde Gabriel’in de olduğu beş kişilik bir ekip gönderdik.

Yaklaşık kırk dakika sonra, Gabriel tek başına geri döndü. Üzeri toz ve ter içindeydi ama yarası yoktu. Gözleri boştu. İlk başta konuşamadı. Sanki dilini yutmuş gibiydi. Sadece elleri titriyordu. Sonra tek bir cümle fısıldadı:

“Orada da bir çatlak var.”

Söylediği tek şey buydu. Sonrasında konuşmamaya başladı. Tıpkı Maveth’in etkisine maruz kalanlar gibi… duvarlara, özellikle çatlaklara uzun uzun bakmaya başladı. Beş dakika sonra yaşanacakları bildiğimiz şey için onu acilen odanın dışarısına çıkarmamız gerektiğini biliyorduk. Liam her ne kadar önce itiraz etse de Olivia’nın da yardımıyla Gabriel’i dışarı çıkarmayı başardık ve ardından kendimizi odaya kilitledik. Dakikalar sonra kapıya vurma sesleri geldi. İlk başta zayıftı. Sonra hızlandı. Ama uzun sürmedi. Bir noktada kesildi, ardından sessizlik…

Herkes az da olsa sakinleştikten sonra kameraları çalıştırdık. Hepimiz nefesimizi tutmuştuk. Ekranları açtığımızda kameralar birkaç saniye boyunca sadece statik gösterdi. Ardından görüntü geldi. Sonra birden, içerideki Noah da dahil bilim insanlarının hepsi hareketsiz halde görüldü. Sanki zaman durmuştu. Fakat gözleri açıktı. Donmuş bir şekilde duvara, köşeye doğru bakıyorlardı. Sanki kapsüllerin içindeki insanlar gibiydiler.

Duvarın köşesinde ise… daha önce hiç kayıt altına alınmamış bir şey vardı. Çatlak, yedinci katta da vardı ancak sadece fiziksel olarak değil. Etrafındaki hava bozulmuş gibiydi—görüntü dalgalanıyor, ışık kırılıyordu. Sanki odanın içinde bir parça gerçeklik yırtılmıştı.

Uzun bir süre hiçbir şey olmadı. Odanın içindeki tek ses, nefeslerimizdi; kısa, düzensiz, boğuk nefeslerimiz. Kendi kalp atışım kulaklarımda duyulacak kadar yükselmişti. Sanki içerideki sessizlik daha tehditkârdı artık.

Sonra bir ses duyuldu.
Tok.

Tek bir darbe.
Sanki biri orada olduğunu hatırlatmak ister gibiydi.

Ardından kısa bir sessizlik.
Ve sonra bir tane daha.
Tok.

Bu defa daha sert, daha kararlıydı.
Kapının kalın metaline çarpan bu ses, içimize işliyordu. Her tok sesinde göğsüm biraz daha sıkıştı.

Bir an için hiçbirimiz nefes almadık.
Sonra—

TOKTOKTOKTOKTOKTOKTOKTOK!

Aniden patlayan bir ritimle kapı hızlı ve aralıksız bir şekilde vurulmaya başlandı.
İçeride yankılanan ses, bir çığlık gibi tırmandı kulaklarımıza.
Metal eğiliyor muydu? Yoksa sadece kafamızda mıydı bu?

Birisi kulaklarını kapattı, biri duvara çöktü.
Ben ise gözümü kapının aksindeki duvara dikmiş, kımıldamadan izliyordum.

Çatlak

Kapının aksi yönünde bir çatlak vardı. Küçücük bir şeydi, sanki duvarın ruhu bir anda huzursuz olmuş ve kendini göstermişti. Diğerleri kargaşa yaratmaktan fark etmemiş gibiydiler ama oradaydı.

Birden, etrafımda koşuşturmanın içinde başka bir gariplik daha fark ettim. Üç kişi hareketsizdi. Gözleri boş bir şekilde, duvara doğru bakıyordu. Hiç kımıldamıyorlardı.

Bir an, içimdeki korkunun derinliklerinden çıkıp bir umut ışığı aramaya başladım. O çatlağın büyümesi, çevremdeki herkesin yavaş yavaş kaybolması, her şeyin sona erdiğini düşündürtse de, zihnimin bir köşesinde bastırılamayan bir düşünce kıvılcımlandı. Belki de burası bir tuzaktı, bir yanılsamaydı, ama hala kurtulma şansımız vardı. O duvara tekrar baktım. Çatlağın hemen yanında, duvar yüzeyindeki taşlardan biri diğerlerinden daha solgundu, sanki bilinçli olarak gizlenmiş bir geçidin kapısıydı. Aklımda bir şimşek çaktı: Bu bir çıkış olabilir miydi?

Titreyen ellerimle yerden paslı bir boru aldım, ne kadar ağırsam da onu kavrayarak duvardaki o zayıf noktaya vurmaya başladım. Her darbe içimdeki korkuyla karışık bir umut doğuruyordu. Sesler, titreyen bedenler, fısıltılar… hepsi arka planda silikleşmişti. Tüm dikkatim o duvar parçasına yoğunlaşmıştı. Yeterince vurduktan sonra, taş çatladı ve ardından paramparça oldu.

Ve… Gökyüzü.

Parlak, mavi bir gökyüzü, kuş sesleri ve hafif bir rüzgar. Gözlerime inanamadım. Bu nasıl olabilirdi ki? Sığınak 17 yerin tam 300 metre altındaydı. Bu mümkün değildi ama gerçekti, oradaydı. Bir illüzyon olamayacak kadar canlıydı.

“Tanrım…” dedim fısıltıyla. “Gerçek bu.”

Ağlayarak Olivia’yı aramaya koştum. Sonra Liam’ı. Olivia’nın gözleri kocaman açılmıştı, nefesini tutmuş gibiydi. “Nereye geldik biz?” diyebildi sadece. Liam duraksadı, başını kaldırdı gökyüzüne. Gözleri kısıldı, sonra alnını buruşturdu.

İkisini de kollarından çekiştirerek delikten dışarı çıkarmaya çalıştım. Olivia şaşkındı ama harekete geçti. Liam ise direndi, sanki çatlağın etkisi altındaymış gibi davranıyordu.

“Hayır,” dedi gözleri dolu dolu. “Bu doğru değil. Bizi kandırıyor.”

Kahkahalar atmaya başladım. “Kandırmak mı? Ne diyorsun sen? Bak etrafına! Yaşıyoruz artık! Buradan çıktık! Kurtulduk!”

Israr ettim, bağırdım, yalvardım. Ama sonunda, Liam ellerimi iterek kendini geri çekti. “Beni bırak!” dedi. “Beni yanında götürmeye çalışma!”.

İkisini de çekiştirerek dışarı çıkarmaya çalıştım. Olivia birkaç adım attı, güneşin altında gözlerini kıstı, ama sonra titredi. Geriye doğru sendeledi. Liam daha da kararlıydı. Sanki çatlağın etkisi altındaymış gibi olduğu yerde duruyor, asla hareket etmiyordu.

Ve sonra, gözlerim karardı.

Bir darbe hissettim yüzümde, keskin ve soğuk. Gözlerimi tekrar açtığımda yerdeydim. Ağzımda kan tadı vardı. Gözlerim bulanık bir şekilde odayı taradı. Duvarda çatlak vardı, evet, ama gökyüzü yoktu. Ne kuş sesi, ne rüzgar. Sadece küf, metal ve ölüm kokusu. Liam karşımda duruyordu, yumruğunu yavaşça indirirken bana boş bir bakış atıyordu.

Gerçek geri dönmüştü. Hâlâ odadaydık. Hâlâ kapana kısılmıştık. Ve ben… hiçbir yere gitmemiştim.

Korku dalgası bir anda içimi kapladı. Ayağa kalkmaya cesaret edemedim, ama bir başka şey dikkatimi çekti. Hızla, farkına varmıştım ki; artık odadaki neredeyse herkesin gözleri, aynı duvara, o çatlağın olduğu yere odaklanmıştı.

Bedenlerden ikisi yavaş ama keskin hareketlerle titremeye başladı. Diğerleri ise yarığı izlemeye devam ediyordu.

Olacak olan belliydi. Maveth… Bu yarıklar aracılığıyla yayılıyordu ve buradaydı.

Gözlerim dehşetle titreyen bedenlere odaklanırken, her bir beden içimde yarığa gitme isteği oluşturuyordu. Birinin ağzından hafifçe sesler çıkmaya başlamıştı, ama bu sesler ölülerden gelen sesler gibi, hiç insana ait değildi.

Ve sonra… Çatlak daha da büyüdü. O korkutucu sesleri duyarken, kendimi terk edilmiş hissediyordum. O yarık, artık sadece bir çatlak değil, bir ölüm fısıldamasıydı.

Bir an, her şeyin sona erdiğini anlamıştım. Zaman durmuş gibiydi, her şey ağırlaşmıştı. Artık kaçacak bir yerim yoktu. Karanlık artık burada. Belki de kurtuluş yarık ile birliktedir?